By Ismail Veli Kirlapo

Katri ismi de ilginç bir isimdir.Çünkü sadece isim değildir.Katri isminin orijini Quadiriyyah’dır. Quadiri tarikati en eski Süfi Tarikatlarındandır. İsmini 1077-1166 yılları arasında yaşayan Abdul-Qadir Gilani’den almıştır. Gilani, İran’ın Mazandaran vilayetindendi.Bu tarikat İslam dininde en yaygın olan ve Orta Asya, Türkiye, Kıbrıs, Balkanlar, ve Doğu ve Batı Afrika’nın birçok bölgelerini kapsayan bir tarikattı. Qadiriyyah, ana akım İslam dışında herhangi bir doktrin ve öğretim geliştirmemiştir. Bu tarikat mensupları İslamın temel prensiplerine inanırlar ama onları mistik deneyimlerle yorumlarlar. İsim Qadiriyyah tarikatını takip eden bazı kişilere verilmekteydi. [1] Bunun atamız Mehmet Katri/Kadri için ne anlama geldiği belli değildir. Açık olan, Osmanlı döneminde kişinin bağlı bulunduğu tarikatın ismini almasının normal olduğu gerçeğidir. Birçok Yeniçeriler Kadri tarikatını takip etmekteydiler.

Luricina’lı Mehmet Katri ailesinin geçmişi 11 nesil geriye gider ). Hasan Yücelen, Mehmet Katri’nin Türkiye’nin Manise ilçesinden gelip önce Dali, sonra da Luricina’ya yerleştiğini yazmaktadır. [2] Luricina’ya varış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber Mehmet Katri’nin torunu Mehmet İsmail Kavaz 1810 yılında doğduğuna göre[3] Mehmet Katri’nin Luricina’ya bu tarihten 40-60 yıl önce geldiği tahmin edilebilir.

1700 lü yılların sonlarında Kıbrıs salgın hastalıkların etkisi altında kalmış, sık sık çekirge sürülerinin istilasına uğramış, yıllar süren kıtlık halkı kırıp geçirmiş, ölümlere, göçlere yol açmıştı.1777 Sayımında Başpiskobos Kyprianos nüfusu sadece 84.000 olarak göstermişti. Bu sayımın ne kadar güvenilir olduğu tartışılır, ancak Kıbrıs’ın nüfusu büyük bir gerileme içerisindeydi. Osmanlı İmparatorluğunun da gerileme devresi içerisinde olması Kıbrıs’ı daha güç durumda bırakmakataydı.Asker kaçakları Lefkoşa – Larnaka yolu etrafında dolanarak halkı taciz etmekte, onları eşkiyalar gibi soymaktaydılar.Luricina köyü bu iki şehrin tam ortasında idi.Yetkililerin bölgeyi kontrol etmesi için cesur, deneyimli birisine ihtiyacı vardı.Bu çerçevede Mehmet Katri bu görevi yerine getirmesi için kendisine çok miktarda arazi verilerek köye atanır.Ona gerektiğinde suçluları tutuklama ve bölgeyi kontrol etme yetkisi verilir.

Katri’ye verilen arazinin tam büyüklüğü belirgin değildir.Ancak Osmanlı sayımlarından, Mehmet Katri’nin torunlarının sahip olduğu topraklardan ailenin sağladıkları hizmet sonucu cömert bir şekilde mükafatlandırıldığı anlaşılabilir.Toprak alanı 220 parsel farklı toprak parçasını kapsıyordu.Her alanın büyüklüğü, yaşam alanı veya tarım alanı olmasına göre değişiyordu.1831 yılındaki sayımda Luricina’daki Müslüman toprak sahipliği tüm köy için 112 dönümü bağlık olan 2210 dönümü kapsıyordu. [4] Müslüman nüfusun sadece 104 olduğu ve bunların sadece 6-8 aile grubuna bölüştüğü gözününde bulundurulursa, Katri ailesine çok büyük miktarda bir toprak alanının düştüğünü anlamak hiç de zor değil. 1879-1882 sayımları sadece 4 veya 5 ailenin çok miktarda toprak parçası sahibi olduklarını, geriye kalanların ise ancak küçücük evlerini kurabilecekleri ve geçimlerini sağlamak için ekip biçecekleriküçük bir tarım alanıne sahip olduklarını göstermektedir. Mehmet Katri’ye yetkililer tarafından hizmetleri karşılığı bu kadar büyük arazi alanlarının verilmesi muhakkak onun deneyimi ve ününün bilinmesi yüzündendi. Ana yol üzerine, Phillidotissa kilisesinin karşısına bir nöbet yeri olarak bir küçük yapı inşa etmişti.Bu aynı zamanda bölgedeki büyük tarım alanlarını çalıştırdığı zaman bir barınak olarak da kullanılıyordu. Bu bina 1882 yılında hala ayaktaydı ve 1878 yılında ada Britanya kontrolü altına girdikten hemen sonra Lord Kitchener’in Kıbrıs haritasında “Katrini” olarak işaretlenmişti. [5] Mehmet Katri’nin dört oğlu, tarım alanları çok büyük ve verimli olduğundan geniş arazilere yayılan bağlık ve diğer tarım ekinlerini de yetiştiriyorlardı.Oğlularından biri, Yusuf (Ağa), oldukça bağımsızdı ve babası ile devamlı tartışıyordu. O dönemde Osmanlılar sürekli asker yazıyorlardı. Mehmet, oğlu Yusuf’u tavrını değiştireceği inancıyla askere yazdırır. O yıllarda askerlik dönemi çok uzun olabilirdi.

Yusuf babasından örnek alarak çok iyi bir asker olur.Cesur, kılınç, kalkanı çok iyi kullanabildiğinden ve göğüs göğüse çarpışmada çok iyi olduğundan koruyuculuk görevi alır.Kendi kendini eğiterek “Ağa” ünvanını alır. O günlerde iletişim mümkün olmadığından ve aradan uzun yıllar geçtiğinden giderek yaşlanan Mehmet, Yusuf’un öldüğünü sanarak topraklarını kendine bir miktar ayırarak diğer üç oğlu, Kara Mustafa (Hrisafi), Veli, ve İsmail (Gacari) arasında bölüştürür. Askerliğini tamamlayan Yusuf babasının bu hareketinden kendini mağdur hisseder ve Lefkoşa’ya yerleşerek yargıç olur. [6]

O günlerde yoldan geçen yolcular için tarla kenarlarına bir sepet mahsül bırakmak görenekti. Ancak hiçbir şekilde kişilerin bahçe ve tarlalara gidip mahsul toplamalarına izin verilmezdi. Bir gün Mehmet Katri bahçesinde üzüm koparmakta olan iki kişi görür ve kızarak onları tutuklayıp polise teslim eder. Garip bir raslantı sonucu hırsızlar yargıç Yusuf Ağa’nın huzuruna çıkarılırlar. Davanın babasını ilgilendirdiğini anlayan yargıç hırsızlara tuhaf bir ceza verir. Hırsızlar polis nezaretinde Mehmet Katri’nin huzuruna götürelecekler, dizlerine kapanıp elini öpecekler ve ondan af dileyeceklerdir. Babasının bu tür hafif bir ceza üzerine çok kızacağını önceden tahmin eden Yusuf Ağa, polise direktif verir ve babasına eğer cezadan memnun değilse temyiz hakkını hakimin huzuruna şahsen çıkarak yerine getirebileceğini söylemelerini ister. Yargıcın tahmin ettiği gibi, hırsızlar polis nezaretinde cezalarını yerine getirince Mehmet Katri küplere binerek polise “hangi deyus bu kararı Verdi?” diye sorar (Hasan Yücelen, sayfa 33). Yargıç tarafından kendine gönderilen mesajı Kabul ederek temyiz hakkını kullanmak üzere polisle birlikte Lefkoşa’ya gider.Mahkeme girişinde daha önce söylediği sözleri tekrarlar.Yargıçla yüzyüze geldiğinde ona dik dik bakar ve oğlunu tanır.Baba oğul kucaklaşıp birbirlerini öperler.Uzun bir konuşmadan sonra babası Yusuf Ağa’yı Luricina’ya dönmeye ikna eder ve ona düşen toprak payı kendisine devredilir. Yusuf’un sonraları 5 çocuğu olur. Mehmet Cannuri, Veli (Kelle), Bekir (Onbaşı), Yusuf (Ağa) (Bedasi), ve Hacer (Süleyman (Truho) ile evlenen).

Yusuf Ağa Luricina’ya döndükten kısa bir süre sonra Mehmet’in (Çemberli) evinde bir düğün yapılır.Düğünün devam ettiği sıralarda bir grup silahlı Arnavut asker içeriye girer ve bölgenin kabadayıları olarak damatdan önce gelinle yatma hakkı talep ederler.Bu tabii ki büyük bir endişe ve korkuya neden olur.Bazıları düğüne ara vererek Yusuf Ağa’ya bu beklenmedik sorunu çözmesi için başvurmayı önerir. Durumu öğrenen Yusuf Ağa baştan aşağıya askeri giysilerine bürünür, eline kılınç ve kalkanını alıp Çemberli’nin evinin yolunu tutar. Kapıda onu bu şekilde gören Arnavut askerler telaşa kapılırlar. Yusuf, kılıncını kaldırarak tavanda asılı gaz lambasını paramparça eder ve Arnavutların üzerine yürür. Yusuf’un bu hali Arnavutları karşılarında olağanüstü korkusuz bir kişi ile karşı karşıya olduklarını anlamalarına neden olur ve sözde kabadayılar hızla kapıya koşup kaçarlar. [7] Bu olayın 1820li yıllarda vukubolduğu düşünülebilir. O zamanlar birçok Kıbrıslı adada bulunan Arnavutların küstah ve zorba tavırlarından şikayetçi idiler. 1830 lu yılların sonlarında Arnavutların yerine adaya çoğu Mısır’dan getirilen Arablar [8] toplumların hoşgörülü yapısına daha iyi uyum sağlamışlardı. Luricina’da kökeni Arnavut ve Boşnak olan bazı aileler bulunmaktadır.Bu durum zamanın Osmanlı sayımında tasdik edilmişti. Yakın geçmişe kadar bu aileler aile lakapları olan “Arnauti” ve “Boşnaklar” olarak biliniyorlardı. [9]

Garipdir ki 1904 yılında doğan dedem Yusuf İsmail’in (Phsillo) çok içip sarhoş olduğunda odaya hızla girip gaz lambasını uzun bastonuyla kırma alışkanlığı vardı.Büyük amcasının hareketini taklit etmekteydi.Detaylı araştırmalarım sonucunda Yusuf Ağa hikayesini aileme anlattığımda annem başını elleri arasına alıp “aman Tanrım, demek babamın ağzında gevelediği buydu” demişti.Belli ki hikaye belirgin bir şekilde olmasa da nesilden nesile geçmişti.
Şimdi gelin İsmail Mehmet (Kaçari) ve 1810 yılında doğan oğlu Mehmet İsmail üzerinde duralım.Mehmet Kavaz isminini kazanan ilk kişidir (kavaz bekçi demektir).Bunu nerede ve nasıl sağladığı belli değildir.Şans eseri Osmanlı ordusunda ölü ve yaralı sayısının çok yüksek olduğu zamanda hayatta kalabildi. Belki de ön hatlarda değil, bekçi olmasının bunda önemli bir rolü vardır. Çünkü sıradan askerler korumasız ve çok ağır şartlar altında askerlik yapmaktaydılar.Diğer yandan o dönemde hiç kimse Kavaz ünvanını önce cesurluğunu isbat etmeden kazanamazdı.Yaşam ucuz ve tehlikelerle dolu idi ve belli ki Mehmet çetin, zorlu birisi idi.Bu ileride açıkça görülecekti.Çünkü Mehmet’in çocukları köyün en başarılı kişileri oldu. Birçokları şu an polis, askerdirler. Yakın bir geçmişte oğlunun torunu Bekir (Gutsoveli) Luricina Savunma Gücünün komutanı olarak atanmıştır.

Mehmet Kavaz 1839 yılında Ayşe Yusuf (Siliono) ile evlenir 5 erkek, 2 kız çocukları olur.Ayşe (Siliono) büyük ninem olduğu gibi aynı zamanda Arab kökenli baba tarafından büyük, büyük halam ve Hasan Yusuf’un (Arabi) kızkardeşidir.Bu aile önce Pirga köyüne yerleşmişler, sonradan Luricina’ya gelmişlerdi. Babasından çok miktarda tarla miras kalmasının yanısıra Mehmet Kavaz kendisi de oldukça fazla zenginliğe erişmiş olmalı, çünkü çok miktarda tarlaları bulunuyordu.Oğluları askerliklerini tamamlayıp döndüklerinde ailenin muazzam sayıda toprakları bulunmaktaydı.Mehmet sivil yaşamını çiftçilikle geçirdi.Bunun yanısıra çok sayıda hayvan sahibi olması 1800lü yıllarda büyük ve garantili bir zenginlik kaynağı idi.Bunun isbatı, nesiller sonra ve miras malların dağılımına ragmen ailenin elinde bulunan toprak miktarının fazlalığıdır.

1844 yılında dünyaya gelen ilk çocukları İsmail (İsmailo) oğlu Mehmet İsmail Kavaz’a (Ganu) onbinlerce dönüm arazi miras bırakmıştı. Bekiro ve Seido’nun (Seyidali, doğum yılı 1854) torunlarına göre oldukça fazla toprak ailelerine bırakılmıştı. Aile evleri Camiye yakın bir yerde, dere ile Arab kökenli Siliono ailesinin evleri arasındaki bölgede idi.Yukarıda belirttiğim gibi bu aile baba tarafından akrabalarımdı). Tarlaları ise köyün dışında birçok genişalana yayılmıştı.
Bu iki ailenin biraraya gelmesi anlaşılan büyük bir olaydı. Osmanlı kayıtları iki aile arasında parsellenmiş 38 toprak parçası, 80 koyun ve keçi, 2 inek, 3 eşek, olduğunu belirtir.Birleştildiğinde arazi alanını toplam 82 arsadan oluşur. [10] Bu, zamanın koşullarında muazzam bir miktardı.
Mehmet’in oğlu Arif (Paşa) iki kez evlendi.Ilk eşi Mehmet (Kaplan) ismi verilen çocuklarını dünyaya getirdikten kısa bir süre sonra ölmüştü.İkinci karısı dindar bir Rum olup Ortodoks Hristiyan inancına oldukça bağlı birisi idi.Bunun isbatı vaftis edilip Petros, Banayis, Yorgis, ve Anastasia ismi verdikleri çocuklarında görülebilir.Kadının kocası üzerinde büyük bir etkisi olduğu açıkça görülür.Kavaz olarak görev yapan ve Paşa ünvanlı bir kişinin bu tür aşırı bir uygulamaya izin vermesi muhakkak ki yakın aile çevresi içerisinde büyük bir kavgaya neden olmuştur.Aile fertleri, Mehmet (Kaplan) hariç Limasola göç ettiler.Vaftis edilen çocuklar üzerine bir şey bilinmemektedir.Umarım bir gün soy ağacı İnternet sitemi görüp benimle temasa geçerler.Çünkü ailemin tüm unsurları hakkında bilgi sahibi olmak benim için çok önemli ve sevindiricidir.

Bekir Mehmet Kavaz (Bekiro)

Bekir Mehmet Kavaz ‘Bekiro’ Mehmet Kavaz’ın başka bir oğludur. O da söylentilere göre cesur, saygın ve ailesine bağlı birisi idi. Bekiro ismi nesiller boyunca ağızlardadır.Askerden döndükten sonra Mustafa Hüseyin’in (Uşi) kızı ile evlenir ve Mehmet (Bekiro) and İsmail (Efendi) isimli iki oğlu olur.Ancak karısı birçok kadın gibi zamansız ölür.1880, 1990lı yıllarda tek ebeveynli aile olmak hiç de kolay değildi.Tam bu sırada Pembe Mehmet (Gatsura) da dul kalmıştı. Kocası Rüstem Hasan (Hasan Yusuf’un oğlu(Arap/Siliono) da genç yaşta ölmüş onu Mehmet (Birgo) ve Yusuf (Abeydo) isimli oğluları ile yalnız bırakmıştı. Ölen Rüstem’in halası aynı zamanda Bekir Kavaz’ın annesi idi.Eşleri ölen iki kişiyi evlendirmek sevap sayılıyordu.Aynı zamanda ikisinin de ikişer çocukları olması yüzünden çok şeyler paylaşıyorlardı.Evlilik çok başarılı olur ve çiftin birlikte 4 çocukları daha dünyaya gelir.Veli (Gutsoveli), Serife, Katriye ve 1908 yılında doğan en gençleri Osman. 8 çocuk birarada büyürler.İsmail (Efendi) köyün ilk öğretmenlerinden olur.1946 yılında genç öğrencileriyle çekilmiş okul fotoğrafında annem Fatma da yer almaktadır. En genç çocukları Osman aile düğünlerinin popüler bir siması idi. Sesinin çok güzel olduğu ve daima düğünlerde şarkı söylemeye teşvik edildiği söylenir.Zamanın koşulları sert ve acımasız olsa da Luricina’lılar güzel zaman geçirmeyi de çok iyi bilmekteydiler.

1844 yılında doğan İsmail Mehmet Kavaz (İsmailo) babamın anne tarafından büyük büyük babası idi (dedemin babası). Malesef onun hayatı ile ilgili elimde pek bilgi bulunmuyor.Aynı zamanda yaşayan ailelerin aksine onun küçük bir ailesi vardı.1878 yılında doğan Mehmet İsmail Kavaz isimli oğlu [11] ve ondan biraz büyük olan Melek (Yasena) isimli bir kızı vardı.Genç ölüp ölmediği bilinmiyor.Aynı zamanda Şerife isimli bir de kızı vardı.Onun hiç çocuğu olmadı.Aile fertlerinin İsmail Mehmet Kavaz ‘İsmailo’ hakkında ismi Şerife olan bir karısı olduğundan başka bilgisi yoktur. Ancak bunu destekleyecek hiçbir bilgiye rastlamış değilim.
1854 yılında dünyaya gelen Seyit-Ali/Seidali’nin (Seido) ailesi çok daha iyi bilinmektedir.Ancak biz kızı Keziban üzerinde duracağız.Bu ailenin yaşamı cesaret, güçlük, ve trajedi olayları ile doludur.Ancak kalıcı olarak bıraktıkları Kavaz ailesi karakteri, Luricina köylülerinin yapısı ile çok iyi bir şekilde bağdaşmaktadır.
Seyit-Ali’nın kızı Keziban (1892-1955) Mehmet Ramadan ile evli idi (11.05.1886 – 15.02.1972). Mehmet 1905 veya 1906 yılında polis olur ve Larnaka’ya taşınırlar.Birlikte 11 çocukları olur.İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla Seyit-Ali ve Hasan ve Hüseyin isimli ikiz kardeşleri İngiliz ordusunun Kıbrıs alayına katılırlar.Dedelerinin savaşçı ruhu hala yaşamaktadır.Mehmet Ramadan polis onbaşısı olur.Görevi icabı bir yerden bir yere devamlı yer değiştirir.Mehmet ve Keziban’ın ikiz oğluları 1922 yılında Limasolda, dedesi Seyit-Ali Kavaz’ın ismini verdikleri Seyit-Ali ise 1925 yılında Larnaka’da dünyaya gelmişti.1939 yılında İkinci Dünya Savaşı başlamış ve Nazi Almanyası 1940-1941 yıllarında tüm Avrupa’ya yayılmıştı.Britanya İmparatorluğu yaşam savaşı vermekteydi.Birçok Türk ve Rum erkek savaşa katılma çağrısına uyarak asker yazılmışlardı.İkiz kardeşler ilk gönüllüler arasında idiler. Seyit-Ali henüz çok genç olduğundan gerçek yaşını gizleyerek orduya katılmıştı. İngilizler o zamanlar pek soru sormuyorlardı.Kıbrıs Alayı kurulmuş, Hasan Girit adasını deneyimli Alman paraşütçü askerlerden kurtarma çabalarına yardımcı olacak grubun arasında oraya gönderilmişti.Ancak Hasan diğer Kıbrıslılarla birlikte Almanlar tarafından esir alınır.
Birçokları savaşın bitimine kadar esir olarak kalır. Ama Hasan kaçarak Girit partizan ordusuna katılır.Birçok Luricinalılar gibi Rum dilini çok iyi bilmesi onun Rum bir sivil sanılması için avantaj sağlar.İkinci kez esir alınma tehlikesi ile karşılaşır ancak bulunduğu evin arka tarafından dağa kaçıp Girit mukavemetçileri ile birlikte Almanlara karşı savaşır.İngiliz ordusu adayı kurtarınca kendi birliği olan Kuzey Afrikada’ki Çöl Fareleri (Desert Rats) olarak bilinen 8.Orduya geri döner.Bu arada küçük kardeş Seyit-Ali kendi görevini yapmaktadır.

Onbaşı Seyit Mehmed Ramadan Savaş esnasında birçok tarihi olaylara şahit olur (örneğin, Monte Casino’nun bombalanıp yerle bir edilmesi gibi).Senegali’da bir kafede billardo oynarken dışarıdaki kargaşayı duyar ve dışarı koşar.Kıbrıslı Rum bir asker, etrafını saran İtalyan askerler tarafından darbedilmektedir.Kendi silah arkadaşları ise olaya seyirci kalmakla yetinmektedirler.Seyit Mehmed Ramadan kayışını belinden çıkararak kavgaya dalar ve etrafa darbeler yağdırmaya başlar.Kendi deyimi ile Rum askeri “özgürlüğe kavuşturur”.Hızını alamayıp orada duran bir bisikleti kaldırarak İtalyanlara savurur. O anda herkes telaşla kaçışmaya başlar. Askeri polisler olay yerine gelmektedir.18 yaşında iken Mart 1944 yılının bir akşamı genel bekçilik görevi yapmak üzereyken müfrezesindeki askerlerin hayatını kurtarır. Uzakta bir ses duyarak durmalarını ve kendilerini belirtmelerini ister. Karşıdan ses çıkmayınca bir el ateş atar. Uyanan askerler araştırma yapar ve ölü bir Alman askere rastlarlar.Seyit attığı kurşunla Almanı alnının ortasından vurarak öldürmüştür.Bu olaydan oldukça etkilenir.Nasılsa bir insanın canına kıymıştır. Müfreze komutanı onu avutarak çok iyi bir şey yaptığını , aksi takdirde tüm asker arkadaşlarının hayatlarından olacaklarını söyler. Bunu yapmasaydı veya kendisi vurulsaydı tüm asker arkadaşları uykuda iken Almanlar tarafından öldürüleceklerdi.

Seyit birçok kez ölümden kurtuldu.İlk kez bulunduğu geminin karaya çıkarma yapmadan bir gece evvel üzerlerine bomba yaşarken ölüm korkusunu yaşar.Sonraları kızına o gece 18 yaşını doldurma fırsatı bulamayağını düşündüğünü anlatır.Başka bir kez Haifa’da (Filistin) iken ölümle burun buruna gelir.Ana yolda yürüdüğü esnada bir grup Yahudi Özgürlük Savaşçıları ile karşılaşır (bunlar zaman zaman İngiliz askerlerini öldürmekten kaçınmazlardı). Hayatını onlara İngiliz değil Kıbrıslı Türk olduğunu söyleyerek kurtarır. Bu olay artık askerlikten vazgeçmesinin zamanının geldiğini ona gösterir.Haziran 1947 yılında terhis olarak geri Kıbrıs’a döner.Kıbrıs Polis Kuvvetlerinde göreve başlamak üzeredir.Üniforması ertesi gün için hazırlanmış bulunmaktadır.Ancak Seyit-Ali Kıbrıs’ta kalmayı arzu etmemektedir.Onun için kardeşinin ölümü savaş sırasındaki tüm olaylara gölge düşürmüştür ve o dönemin en önemli olayıdır. [12]

1943 yılında Müttefik Güçler İtalya’yı istila ettiğinde Seyit-Ali Roma’ya ilk girenler arasında idi.Savaş henüz bitmemişti, ama müttefikler her alanda ilerliyorlardı.Aile bir trajedi ile yüzyüye gelmek üzereydi. 9 Eylül 1944 yılında, ikiz kardeşlerden biri olan Hüseyin İtalya dağlarında bir konvoya öncülük yapmaktaydı.Sürekli yağmur yağdığından daracık yollar kaygan ve tehlikeliydi.Ansızın karşı virajdan bir Amerikan konvoyu belirir.Hüseyin’in motosikleti kayar ve onu bir tarafa savurur.Kötü bir şekilde yaralanan Hüseyin yaşamını yitirir.Olayın resmi açıklaması ‘savaş kazası’ olarak verilir.Hüseyin askeri mezarlık olan Ancona mezarlığına gömülür.Bugün orada yatmaktadır.Mezar taşının üzerinde ‘Onbaşı Hussein Mehmet, CY/1217’ yazılmaktadır. [13] Takdir belgesi olarak Seyit’e Prens Charles’dan savaşa yaptığı katkı için bir mektup gönderilmiştir.Ancak bu belge birkaçyıl önceki ölümünden sonra bulunamamıştı.Bu mektuba ilaveten Seyit’e Kraliçe, Prens Phillip, ve Başbakanlar tarafından da gönderilen mektuplar bulunmaktadır. Ailenin görev aşkı ve onuru nesilden nesile geçmiş ve genç nesillerin atalarının başarıları için gurur duymalarına neden olmuştur.
En başarılı Luricinalılar arasında Alper Mehmet’in başarılarından söz etmeliyim.2004 yılında İzlanda Büyükelçisi olarak atanan Alper Mehmet’in başarısı için tüm Luricinalılar gurur duymaktadır.Eski bir diplomat olan Alp Mehmet (Alper Mehmet olarak doğdu) Birleşik Krallığın ilk etnik kökenli iki elçisinden biridir.Mehmet 1956 yılında Kıbrıs’tan Birleşik Krallığa gelir.Doğu Londra’daki Parmiter Gramer Okulunda ve Bristol Politeknikte eğitim görür. Bristol’dan mezun olunca 1970-1979 yılları arasında Muhacerat Memuru olarak, 1979 -1983 yılları arasında Nijerya’nın başkenti Lagos’da viza memuru olarak görev yapar. 1983 yılında Diplomatik Servise katılır ve Romanya, Almanya ve iki kez İzlanda’da görev sürdürür.2008 yılında görevini terkeder.2004 yılında İzlanda Büyükelçsi görevine atandığında etnik azınlık kökenli ilk iki büyükelçiden biri idi (diğeri Bangladeş Yüksek Komiserliğine atanan Anwar Choudhury’dir). [14] Şu an ‘Migration Watch UK’ kurumunun danışmanlık meclisinde görev yapmaktadır.

1960, 1970 li yıllarda amcam Osman Yusuf (Pire) yıllarca gönüllü olarak askeriyede görev yapmış bulunmaktadır.Yetkili görevli olarak birçok tehlikeli görevler yüklenmekle ün salmış birisidir.15 yıllık hizmetten sonra askeri görevlerden ayrıldı ve şu anbina inşaatçısı olarak çalışmaktadır. 3 yıl önce devlet Luricina ve halkına karşı yapmış olduğu hizmetlerden dolayı onu onurlandırıp bir madalya vermişti. [15] Onun takdir ettiğim bir yanı, aynen diğer kıdemli emektarlar gibi başarıları hakkında hiçbir zaman övünmemesidir.İlk bakışta gayet sakin, uysal birisidir.Onu Kasım ayında ziyaret edip madalyası ile bir fotoğraf çekmek istediğimde duyduğu gururu açıkça hissettim.Demek ki bu kişilerin manevi gücü ve cesareti ancak gerektiği zaman su yüzüne çıkar.

Yukarıdaki anlatımdan anlaşıldığı gibi Mehmet Katri ailesi sıradan bir aile değildir.Ailenin geleneksel askeri sertliği ve cesareti nesilden nesile geçmiştir.Son örnek olarak Ayşe ve Tuncer Mehmet’in oğluları, Mehmet Seyit-Ali’nin (Mono) torununu göstermek isterim.Bu şahıs teadüf eseri büyük büyük dedesinin adı olan Mehmet Kavaz adını taşımaktadır. Mehmet şu an Kraliyet Piyade Alayında sancak çavuşu (colour sergeant) olarak görev yürütmektedir. Alayın belirgin bir yeri olmamakla beraber alay merkezi ‘Tower of London’ olarak Kabul edilir. Mehmet’in 1989 yılında başlayan uzun süreli görevi onu 1990 lı yıllarda Bosna, Kıbrıs, Almanya, Kuzey İrlanda, Kanada, Falkland Adalarına kadar götürmüş bulunuyor. Bu yüzyılda ise Afganistan ve Irak gibi ülkelerde görev yapmıştır. Mehmet, gayet uzun boylu, yakışıklı bir görünüme sahip olup yüzünden tebessüm hiç eksik değildir. Bu, hayata karşı olan olumlu bakış açısının göstergesidir.Şubat 2005 yılında Corine ile evlendi ve şimdi 3 yaşında olan Adam ismi verdikleri bir oğlan çocukları oldu.43 yaşında olan Mehmet’in şerefli görevine devam etme azmi hiçbir zaman azalmadı.Şimdi Britanya Ordusu için Kariyer danışmanı görevi yapmaktadır. [16]
Şüphesiz Mehmet Katri’yi Luricina’ya getiren ruh, halâ şimdiki genç nesillerin damarlarında yaşamaktadır. Katri/Kavaz evlatları başarıları ile, atalarının gururu ile dünyanın her köşesine yayılmış bulunmaktadır. Sevgide veya trajedide bir şey kesindir. Onların uysal gölgeleri geldikleri Luricina tepeleri ve vadilerinde halâ dolanmaktadır.

[1] Wikipedia
[2] Hasan Yücelen. Akıncılar/Lurucina Türklerin Yüzyıllık Varoluş Mücadelesi sayfa 29
[3] Ottoman census of 1879. Doc No; 160-a-3 (319) No; 559.
[4] Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü.1831-3 Osmanlı Nüfus Arşivleri . State National archives of The Republic of Turkey. 1831 Ottoman census Page 145. “Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, Nüfusu-Arazi dağılımı”.
[5] Maps of Lord Kitchener. Section 10, drawn in 1882, and published in 1885
[6] Hasan Yücelen. Akıncılar/Lurucina Türklerin Yüzyıllık Varoluş Mücadelesi sayfa 30-33
[7] Hasan Yücelen. Akıncılar/Lurucina Türklerin Yüzyıllık Varoluş Mücadelesi sayfa 30-33
[8] A heritage of 400 years by Kıbrıs Vakıflar İdaresi.
[9] Ottoman census of 1879. Doc No; 164-a-2 (327) 5720. & Doc No; 154-a-3. (307) 5383.
[10] Ottoman census of 1879. Doc No; 160-a-3 (319) No; 559 & Doc No : 158-a-2 (315) 5513.
[11] Ottoman census. Doc No; 160-a-3 (319) 5594.
[12] Family memoirs of Tina Kemran (daughter of Seyit Mehmet).
[13] ] Military service record of ‘Corporal Hussein Mehmet, Issue of campaign service medals to next of kin. 01.04.1998
[14] Wikipedia.
[15] Personal account of Osman Yusuf Pire.
[16] Personal account of Mehmet Kavaz.

All the people on this page are either directly or indirectly descendant’s of Mehmet Katri.
In addition to the personal collection of Ismail Veli, the photos on this page have kindly been shared by the following persons.

H. Bekir Demirci
Tina Kemran
Mehmet Kavaz
Hayal Mehmet (H. Osman Kavaz)
Veli Çufoğlu
Yusuf Toz
Hüseyin Koca-İsmail

Lurucina close up 2
Mehmet Kavaz in Afganistan. Courtesy of M Kavaz

Mehmet Kavaz in Afghanistan

Mehmet Kavaz. Courtesy of M Kavaz

Mehmet Kavaz in Afghanistan